17 Aralık 2012 Pazartesi

kuzuların sessizliği

Elimdeki sargı çıkar çıkmaz kendimi kudurmuş gibi mutfağa attım. 4 kişi için güzel bir party platter yapmaya karar verdim, içeriğini düşünmeden kendimi kasapta etleri incelerken buldum. Güzel bir kıvırcık kuzu kafesindeki pirzola kalemleri hem kararınca yağlı hem de oldukça etliydi. Kafamdaki platter boyutları çerçevesinde 16 kalem pirzola aldım ve kafamda bir süredir gezinen tarif büyük harflerle belirdi. Çabuk marine. Kuzu pirzola gibi havaleli ve kendinden yumuşak etler için zaten uzun süren marinasyonlar et tadını öldürür. Kuvvetli çabuk ve destekleyici olmalıdır. Yüksek bir asidite yakalamak için 1 büyük baş soğan (rende), 5-6 büyük diş sarımsak (rende), 1 limon kabuğu rendesi (lemon zest) ve suyu, az miktarda tane karabiber (2-3 kalem için 1 tane), yeşillerden biberiye ve iri yapraklı maydonoz, az miktar (1 tatlı kaşığı) halis biber salçası ve elbette olmazsa olmaz zeytinyağı. Pirzolaları karışımın içine atıp elle yoğrmaya bağşıyoruz. Burada dikkat edin, kemik kırıkları elinize batabilir. Hem nazik hem inatçı olmalısınız.

Tuz konusuna da açıklık getireyim. Konuyla iligili çok fazla değişik görüş olması kafaları karıştırıyor. Bana göre hiç bir marinasyona tuz katılmamalı, tuz etin suyunu çekip marinasyonun içine bırakacak ve ızgara/fırın ettiğiniz et piştikten sonra kupkuru kalacaktır. Bunun için tuzlama pişirmeden hemen önce yapılmalıdır. Izgara edeceğiniz yüzey tuzlanır ve ızgaraya konulur, çevirmeden önce diğer yüzey tuzlanır.

Etleri yoğurduktan ve marinasyon ile hemhal olmaları sağlandıktan sonra 1 saat dinlenmesi için dolaba aldım. Bu sırada çalı fasulyesi kavurması ve pilav yapmaya koyulurken, tadına baktığım ve çok beğendiğim terbiyeyi nasıl değerlendireceğimi bulmuştum. Etleri ızgara etmeden önce üzerlerinde tane karabiber veya yeşillik yapışmamasına özen gösterin, bunlar yüksek ateşte yanıp etinize yapışabilir. Izgaranızı iyice kızdırın ve etlerinizi dizin. Et pişirmek ayrı bir tecrübe hüner ister. Genel olarak ızgara üstünde etle fazla oynamamalı bir seferde çevrilmeli, pişince kenara alınmalı. Bir başka husus da sıcak ızgaranın üstüne etleri birden atıp ızgarayı soğutmamaktır. Her yeni parçayı atmadan küçük aralar vererek ızgaranın aniden soğumasının önüne geçilebilir.

Elimizde çok değerli bir sıvı kaldı. Bunu ziyan etmek için insanın ya deli ya da zalim olması lazım. Hatırlayalım. Sızma zeytinyağı, rendelenmiş soğan ve sarımsak, biberiye ve maydanoz, tane karabiber, biber salçası ve limon. Tabi pirzolanın muhteşem rahiyasının dokunuşu da cabası. Dilimlenmiş bagetlerimi bu sıvıya batırıp ızgarada hafifçe ısıtacağım. Böylece pişmiş pirzolalardan akan suyu çevreleyen ve kendisi de başlı başına bir lezzet olan muhteşem bir dokunuş elde edeceğim. Kalan sos yeterli değilse zeytinyağı ile çoğaltabilirsiniz.

Afiyet olsun!

10 Kasım 2012 Cumartesi

elim kırık gönlüm buruk

Selam,

1 hafta önce elim kırıldı. Yazma faaliyetlerimi biraz sekteye uğrattı ancak yakında Barselona gezi notları ile sizlerle birlikte olacağım. Envai çeşit tapas, sangria, paella veya chorizodan bahsedeceğim. Söz verdiğim uzo rehberi için evdeki örnekleri denemeyi bitirmek istiyorum.

Sevgilerle,

16 Ekim 2012 Salı

Ortada kuyu kebabı

Yemek tarihinin muhtemelen en eski tariflerinden birisi. Avladığın hayvanı güzelce yüzüp asdıktan sonra yüksek sıcaklıkta kapalı bir yere hapsetmek. Belki karma beslenmenin başlamadığı, kontrollü ateşin yeni yeni bulunduğu, siz deyin homo erectus ben diyeyim homo neanderthalensis zamanlarından kalma bir teknik. Etin uzun süreli ve kontrollü pişmesinden kötü sonuç çıkmayacağı açık gibi gözükse de bu tekniği özel kılabilecek bir sürü parametre var.

Genellikle kuzu ve oğlak tercih edilir kuyu kebaplarında. Sebebi gayet açıklayıcı. Et yağlı olmalı ve kemiğe yakın olmalı. Bu kadar yüksek ısıda ve inzivada pişen bir yemeği tatlandırmak ne kadar mümkün tartışılabilir. Bütün kültürlerde bir tuzlu suyla yıkama ve ovalama söz konusu. Yöresel otların hayvanın orasında burasında bulunan açıklıklara tıkıştırılması da çok tercih edilen bir başka tat verme metodu. Çoğunlukla yakılan odun türü de tekniğin belirleyicisi. Meşe odunu veya fındık kabuğu memleketimizde çok kullanılanlardan. Tekniğin mütemmim cüzü bizde her zaman "sealing" denen işlemde vücut buluyor. Ateş ile yanma odası ısıtıldıktan sonra bir mini inşaat süreci yaşanıyor. Kuzunun salındığı o boşluk hızla kapatılıyor ve toprakla sıvanıyor. Tarihin ilk yalıtım denemeleri. Bir de kuzunun üstünden akan yağ, et, tuz, kemik ve ilikten mürekkep o kutsal/şifalı suyun korunması ve değerlendirilmesi. Yemek tarihinin en doğal "gravy"lerinden birisi. Bu suyu hem kuyudan çıkan kuzuyu tatlandırmak için hem de yan tarafta destek bekleyen çorba, pilav gibi yardımcılarda kullanabiliriz.

Etin dinlendirilmesi çok önemli. Hem pişmeden önce hem piştikten sonra. Neden bilmiyorum, güzel açıklayana da rastlamadım. Ama tıpkı zeytinyağlıların tadlarının ancak bir gün sonra mükemmelleşmesi gibi bana işlemin aslında hala sürmesi gerektiğini hatırlatıyor. Yine de bütün bu haklı ve doğru tespitler nar gibi kızarmış ve dumanı üstünde bir kuzudan bir parça koparmanıza ve zevkten bayılmanıza engel değil. En ince zevklere sahip ve derinleşmiş damak tadı bile bazı durumlarda zavallılaşıyor. Belki 100bin yıllık bu tarif insanın çok değişirken bazı doğal içgüdülerinin kaya gibi sağlam durduğunun bir kanıtı.

İşte Karabük Çevrikköprü'ye kuyu kebabı yemeye giderken aklımda bu düşünceler vardı. Eski kuzular, eski kuyular ve eski insanlar. Safranbolu ve civarında beni hayal kırıklığına uğratan lezzet ve restoran zaafiyetini biraz olsun unutmak istiyorum. Bir insan kuyu kebabı yapmaya karar verdiyse bazı farkındalıklara doğal olarak sahip olmalıdır diye düşünmek istiyorum. Evet, haklı çıkıyorum. Mutfağa daldığımda önümde şöyle bir görüntü.


Kuyudan çıkan kuzu


Sabah pişmiş ve tüm öğleden sonra dinlenmiş. Tam saatinde ordayız, 4:30 gibi. Hemen elimle istediğim kemikli ve kemiksiz parçaları detaylıca tarif ediyorum. Yoksa bize turist muamelesi yapıp "bunlar yağlı yemez" diyerek en yavan ve tatsız kısımlarını vereceklerini düşünüyorum. İşimi şansa bırakmak istemiyorumdur belki. Masaya önce güzel bir tereyağ (9.0/10) ve iyi bir bal (7.5/10) ve bir miktar turşu geliyor. ve muhteşem bir ekmek (10/10). ve sonra da asıl oraya geliş sebebimiz. Yırtıcı atalarımızın hayatlarına kattıkları ilk renklerden bir renk. Nam-ı diğer büryan kebabı.


Eski dostlar

10.000 BC



25 Eylül 2012 Salı

Oh Baby karnıyarık

Pazar günü Amasra pazarını gezerken minik patlıcanlar gördüm. Her türlüsünü pek sevdiğim patlıcanın bu minyatür versiyonundan körpelik fışkırıyordu. Bütün bu "baby" sebzelerde körpelik hissi çok cezbedici bişey. Onun için I love Çengelköy bademi ve I hate English cucumber.

1 kiloda yaklaşık 20 patlıcan geldi. Önce sap altındaki çenekleri kopardım ve sapı kısalttım. Ortadan bir çizik atarak tuzlu suya yatırdım. Aslında bu kadarcık patlıcanın acısı olmaz ama yine de elimiz alışmış bi kere. Patlıcanları bir kenara ayırıyorum. İç için kuzu döş ve dana kaburgadan karışık çektirdiğim kıymam, Taşköprüden aldığım sarımsak, Çanakkale tarla domates, taze biberiye, taze maydonoz, kimyon, antep biberi, deniz tuzu ve karabiber kullandım. Zeytinyağı Midilli'den.

Kısık ateşte sarımsakları biraz öldürdükten sonra biberiye ile çevirip kıymayı ekledim. Kritik nokta burada başlıyor. Kıyma yı ekleyip harcı karıştırdıktan sonra yüksek ateşte hızlı hızlı çevirip kıymanın suyunu çabucak çektiriyoruz. Etin rengi dönünce kıtırlaştırmadan domatesi ve baharatları ekleyip tekrar kısık ateşe alıyoruz. Hazır olunca maydonozları ekleyip, çeviriyor ve altını kapatıyoruz. Maydonozun hem biraz tad vermesi hem de kendi tadını muhafaza etmesi açısından pişirmemek önemli.

Suyunu süzdüğümüz patlıcanları kızgın yağda 4-5 dakika kızartıyoruz. İçinin yumuşak kalması niyetindeyiz. Sonra kağıt havluya alıp fazla yağını çektiriyoruz. Hazırladığımız içleri patlıcanlara yerleştirip suyunu üzerine gezdirdikten sonra çiğ domateslerle karnıyarıkların üstünü kapatıyoruz. Bunu sadece bir süsleme aracı olarak düşünmeyin. Fırında pişerken hem suyunu bırakacak hem de için direk ateşe maruz kalmasını engelleyecek. Tadların makul ölçüde birbirine karışması için akıllıca bir teknik. İşte sonuç;


karnıyarıkta bir marka

20 Eylül 2012 Perşembe

Midilli 5 ve son

Merakla beklediğimiz Agia Preskevi günü başladı. Kallonis'e doğru gideceğiz, burada çok iyi durumda bir Roma su kemeri var. Oldum olası su kemerlerinin ben de ayrı bir yeri vardır. Su samurlarının da. Su kemerlerinde gözüme çarpan "büyük roma çaışıyor"vari bir hizmet siyaseti bana hep çekici gelmiştir. Adamlar yemiş ama çalışmış.

çalışınca oluyor - j. ceasar

Yine haritanın azizliğine uğradık, yazı dedik ve tura geldi. Agia Preskevi'ye giden 2 yoldan yanlış olanı tercih ettik ve kiralık Hyundai i10'a biraz azap kendimize de biraz mide bulantısı. Neredeyse Emir Kusturica.
Tavsiye : Kallonis'e inin ve oradan çıkın köye, aradaki tabelalara kanmayın. Ya da kanın ve kırk yılda bir köy yolunun tadını çıkarın. Size kalmış.

Agia Preskevi Yunanistan'ın en zengin köyüymüş dediler. Ben biraz da o yüzden yollar düzgündür diye düşünmüştüm. Neyse dedik. Herhalde zenginliği çevre yollardan ziyade içerilerde harcıyorlar diye tadımızı hiç bozmadık. Çünkü kuzu pirzola yemeye gidiyoruz ve beklentilerimiz çok yüksek. Sorduk, soruşturduk zeytinyağı ve peynir işinden parayı bulmuşlar. Eh biraz da turizm. Bir de buradan Avusturalya'ya giden köylülerin bir kısmı geri gelmiş ve abad etmişler memleketlerini. Bizdeki hemşeri derneği adı altında faaliyet gösteren kahveler geldi aklıma, Agia Preskevi Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği var mıdır acaba?

Arabayı meydana park ettik. Siesta henüz başlamamış diye daldık peynircilere. İlk yere her zaman bilgi almak ve terminolojiyi öğrenmek için girilir. Öyle de yaptık. Lesvos peynirleri nelerdir, hangisi yahşidir hangisi köyde kaça şehirde kaça satılıyor öğrendik. Tabi meşhur pirzolacının yerini de. Köy meydanında şöyle bir masaya oturduk ve beklemeye başladık. Ne yiyeceğimizi biliyoruz. Greek salad, güzel bir patates kızartması ve bol pirzola. Önce uzo.

Noolucak bu Yunanistan'ın hali

Çok değişik yerlerde kuzu tadma şansım oldu. Türkiye, İtalya ve İspanya'nın muhtelif yerlerinde çok iddialı kuzu yemekleri yedim. Bir kaçından çok etkilendim ve bu da onlardan birisiydi. Ne kadar iyi pişirirseniz pişirin kuzuda mesele etin lezzetli olmasıdır. Etiniz iyiyse ne marine etmeye ne de fazladan baharatlamaya ihtiyaç duyarsınız. Belki piştikten sonra biraz kekik. Bence nane ve limon ızgara edilmiş kuzuya çok yakışıyor. Ön plana çıkmasına izin vermeden bir tazelik hissi yaratabilirsiniz. İşte Agia Preskevi'de ağzıma atmadan kokusundan beni vuran pirzola ve diğer muhteşem lezzetler. Bu arada Ağustos ayı kuzu için en güzel zaman değil onu da belirteyim. Mayıs Haziran aylarında gelenler çok daha şanslı olacak.

Kuzucigim
Patates kızrtmasına bu kadar methiye dizilir mi demeyin, şansınızı deneyin. Bostan güzel ama peynir biraz daha yağlı olabilir, sevenler bilirler. Türkiye'de peyniri pek salataya koymazlar bence bu konuyla ilgili bir acil eylem planı hazırlanmalı, yetkililerle temasa geçilmeli.


Hey gidi Amerigalı patates nasıl hayatımıza girdin vazgeçilmez oldun

Türkiye'den giden gelen çok olmuş, siz de mutlaka gelin. Pişman olmazsınız.


Akşam Mytilini'ye döndük ve Ermou'nun sonunda bulunan Ermis'te son akşam yemeğimizi, son ahtapotumuzu ve son sardalyamızı yedik. Çok önerilen bir restoran Ermis. Kesinlikle vasatın üstünde ama bana sorarsanız en iyilerden değil. Yine de yediğim en lezzetli ikinci ahtapot buradaydı. Lakerda aşırı tuzluydu, kabak çiçeği dolması benim için biraz fazla pişmişti. Sardalyalar gerçekten taze ve iyi pişirilmişti.


Midemde bir ahtapot kolonisi var ne yapsam bilmiyorum
Yemek sonrası Mytilini'nin Cumartesi gecesinin her şeye gebe olabildiğini ve her çeşit eğlencenin mevcudiyetini müşahade ederekten alışverişe koyulduk. Sevdiğim tüm uzo markalaranın yanı sıra merak edip deneyemediklerimi de alınca ortaya irili ufaklı 20 şişelik bir uzo ordusu ortaya çıktı. Agia Preskevi'den aldığımız peynirler ve Midilli zeytinyağlarını düşününce korkuya kapıldık. Bunları nasıl götürecektik?
1- Nereye sığdıracağız?
2- Birisi görse ne diyeceğiz?

Birinci soruyu master packer Nihan'a, ikinci soruyu da şansa bıraktım. Doğru tercihler.

Midilli yazımın sonuna gelirken sizleri zapturapt altına almadan bir kaç veciz tavsiyede bulunacağım.

Mutlaka yapın;

  • Petra'yı ziyaret edin.
  • Skala Kallonis'te sardalya yiyin.
  • Agia Preskevi'de kuzu pirzola yemeden dönmeyin.
  • Bol bol Latadouri alın, vakumlu poşetlerde eve getirin.
  • Midilli'nin zeytinyağlarından mutlaka alın. (Bunlar normal marketlerde satılmıyor, Mytilini'de özel bir dükkanları var.)
  • Midilli uzosu çok başkadır. Eğer ön yargılarınız varsa bir şans daha verin.
  • Az az ve sık yiyin.
  • Ayağınızı sıcak tutun, başınızı serin.

Sevgiyle kalın.

11 Eylül 2012 Salı

Midilli 4

Petra'da uyanmak ve biraz tembellik yapmak çok iyi geldi. Gidecek o kadar çok yer var ki insan biraz uzanınca suçluluk psikolojisine giriyor. Bugün güneybatı yollarına düşeceğiz, Skala Eressos'ta denize girmek ilk hedef. Burada ayağa yapışmayan kumdan plajlar, baldan akan ırmaklar olduğu söyleniyordu.

Skala bildiğiniz gibi iskele demek. Bir kasabanın sahil şeridinideki uzantısına bu ad veriliyor. Skala Eressos, Skala Kallonis gibi. Dolayısyla önce Eressos sonra Skala E. yapacağız. Dönerken de Kallonis kıyılarından kuzeye çıkarız. Belki denize de gireriz diye düşündük. Kafa karıştıysa aşağıda sarı gidiş, kırmızı ve mavi dönüş. Yollar genellikle kaymak, zeytin ağaçları her yerde. İnsan nüfusu 90 bin, zeytin ağacı 11 milyon. Varın siz düşünün a dostlar.

                        


Çok güzel bir plaj ve deniz. Buralara uğramamazlık etmeyin. Skala Eressos biraz daha turistik gözükünce Eressos'a bakalım, biraz daha lokal bir yer bulalım istedik. Siesta saati biraz yavan gösterdi bize Eressos'u. Yemek sevenler bilirler, bazen sezgilerin seni alır bir yerlere götürür. Geriye döndük, gördüğüm en taze kalamarın olduğu restorana oturduk ve Midilli'de yediğim en güzel yemek ben farketmeden başlamış oldu. Önce resimlerle anlatalım. Sondan başa doğru.


Herşeyi yemek

Kendi gitti limonu kaldı yadigar
Ahtapot yendi, sirkeli-şaraplı sos içildi
Taptaze midye

Patlıcan içi Latadouri kızartma
 Herşeyin taze olması önemli bir fark yaratıyor. Yardımcı lezzetlerin yemeğin baş aktörünü gölgelemesi söz konusu değil. Deniz mahsülünün sulu kalması ve tam kararında pişirilmesi, içinde kalan deniz kokusu iştah açıcı. Karavaggiano Taverna şiddetle tavsiye edilir. Mutluluk ve uzodan bir hoş olduk. Her şey ve her yer daha bir güzel gelmeye başladı. Güneş alçalırken tekrar Kalloni körfezi kıyılarından yukaru doğru çıkıyorduk. Yolda Tavari'ye uzaktan baktık, güneşi kaçırmadan Kallonis'de denize girebilmek için içeri giremedik. Girse miydik acaba?
Tavari panaromik
Kallonis'nin ıssız bir koyunda akşam güneşini yaşadık. Akşamı geçirmek üzere Molivos'a gittik. Adada gördüğüm en turistik yer Molivos (Mytimini) kalesi ve etrafı. Türkler imparatorluk zamanında burayı mesken tutmuşlar Molivos adı da  molladan geliyor. Bizde ki isim değiştirme hastalığı Yunanlar'da da az değil. Maziye sünger çekmek Ortadoğu ve Balkanların antipatik milliyetçiliğinin ortak hastalığı. Kale bir tepenin üstünde ve altındaki setlerde oteller, dükkanlar ve restoranlar. Güzel bir kompleks.

Molivos kalesinin bedenleri

Bir kaç antikacı gördük ki bildik souvenir shopların ötesinde bir karakter bulabilirsiniz. Obje toplamayı sevenler buralara uğramalı ve Molivos ekonomisini canlandırmalı. Tatil deyince kokteylsiz olmaz dedik birer tekila sunrise içip Petra'ya döndük. Akşam Kadınlar Kooperatifini ziyatet edeceğiz.

Kadınlar kooperatifi Yunanistan'da başlamış kadınları ticaretin ve turizmin içine sokma gayreti diyebilriz. 90larda başlamış, 2000 lerin sonunda eski tadını yitirmiş. Şimdi de mesela Petra'da olduğu gibi yaşatılmaya çalışılan yerler kalmış. Ortam ve insanlar muhteşem, değişik bir havası olduğu aşikar. Yemekler güzel ama Midilli ortalamasının çok üzerinde değil. Burada musakka, yaprak sarma gibi tencere yemeklerini tattık. Balkondan Petra'yı seyrettik.


Kadınlar kooperatifinden Petra'ya ilk avare akşamlar

Yarın nefis bir kuzu pirzolanın izinde Agios Preskevi'ye gideceğiz. Peynir alacağız sonra tekrar Mytilini'ye ineceğiz. Yüzümüz gülüyor, sona geliyoruz diye üzülmeye başladık bile.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Midilli 3

Petra'ya doğru yola çıktık. Kruvasan, gouda, ham ve Greek Coffee sonrası genel teamüllerin aksine doğu kıyılarından kuzeye doğru ilerleyecek oradan batıya yönelip Molivos ve Petra'nın bulunduğu kuzey uca ulaşacağız. Yol boyunca Pamfila, Matmandos'a uğrama planımız var. ve tabi yolda neresi gözümüze güzel gözükürse. Harita üzerinde bir kaç şemsiye ikonu gördük ama denize girilecek başka onlarca yer olduğuna eminiz.

Yol boyu birçok Thermis göreceksiniz, Pirgi Thermis, Loutropoli Thermis vs. yaz günü ılıca fikri çok cazip gelmediğinden geçip gidiyoruz. Kışın Midilli'de ılıcalı bir tatil nasıl olur acaba diye düşünmeden edemiyorum ama. Acun Ilıcalı. Yolda bir iki ıssız kumsal sefası, çok seviyorum hızlıca denize girip, kuruyup yola devam etmeyi.

Matmandos'a varmaya yakın bir iki askeri ortam görüyoruz ve adanın en eklektik parçaları olduğu konusunda hemfikir oluyoruz. Taxiarches'deki tarihi manastıra şöyle bi baktık dışarıdan. Tarihi, anıtsal ya da dini yapılardansa yaşam alanlarının mimarisini daha organik bulduğumdan olsa gerek içeriyi gezmeden Matmandos'a park edip kasabayı yürüyerek turlamaya başladık. Dükkanlar siestadan kapalı, kimi evlerden son ses Türk dizileri duyuluyor. Dar sokaklar ve taş evler muhteşem. Yaşanmışlık ve devamlılık duygusu sarıp sarmalıyor. Mesela Kuzey Amerika'da çok az yerde bu duyguyu yaşayabilirsiniz. Araba girmeyen sokak ben görmedim zira.


Herkes uyurken onlar gezerdi

Frappe içtik, gezdik tozduk. Matmandos çok güzel gene gelecek ben. Vurduk Kapi üzerinden kendimizi kuzeye. Denizi görene kadar. Haritada her iki yol da (deniz kıyısından giden ve daha güneyden Argennos üzerinden) normal asfalt gözüküyordu. Lakin ki öyle değildir. Stabilize yolda arabanın da bizim de canımız çıktı, benzin ışığı bayadır yanıyordu. Geriye mi dönsek ileri mi gitsek diye düşünürken Efthalou'ya dar düştük. Efthalou, Molivos arası yol kaymaklaştı, ibre 0'ın da altına indi. Korka korka ilk benzinciye girdik, koftiden maceramız mutlu sonla bitti.

Petra kumsalı bir doğa harikası. Yol boyu hoş otel, restoran/taverna, deniz tarafında asma katta tavernaların masa sandalyeleri, aşağıda da seyrek nizam şezlong şemsiye. Burada pek methedilen Reef Restaurant ve Woman's Cooperative hemen göze çarpıyor. Reef buraya yerleşen bir Avusturalyalı'nın restoranı ve ince bir Anglo-Sakson havası dikkat çekiyor. Kadınlar kooperatifi de eski misyonunu kaybetmiş başka bir hale evrilmiş ama görmek istiyorum yine de, sadece bugün değil. Bugün Christos Taverna'dayız ve çok doğru bir karar verdik. İşte sofra;


Karides saganaki ve saz arkadaşları

Ahtapot ve karides saganaki oldukça güzeldi. Midye saganakideki midyeler taze değildi, gözümüz dönmeden önce sormuş olmalıydık. Kabak çiçeği dolması benim zevkime göre biraz fazla pişmişti, Nihan bayıldı. Cacık, patates kızartması zaten her yerde çok güzel. Bi de aşağıdaki barbunları yedik. Hayatımda yediğim en güzel barbunlardan birisiydi. Balık çok yerde taze, çok kişi pişirmeyi iyi biliyor. Demek bizim yediğimiz taze planktonlarla beslenmiş deniz yaylası barbunuydu. Sonuncusu kalana kadar fotoğraf çekmeyi unutmuşuz. Bu olay başımıza çok geldi, zaten nefis en zor öğrenenmiş derler.


Fish doesn't think, fish knows everything

Dikkat ettiyseniz hiç uzo bahsine girmiyorum. O konuyu ayrı işleyeceğim. Ama küçük tüyo, en güzel uzoyu bu yemekte içtik. Yarın, Eressos ve güneybatı yolları.